Alıntılar

İslâm'da İhya Hareketleri

… Aşılamaz, ondan da öte hakkında değerlendirme yapılamaz liderler haline getirilen şahıslarla ilgili olarak doğruyu ortaya koymak gibi bir çabaya girmek, büyük bir zorluk olarak daha ilk başta araştırıcının karşısına dikilir. Özellikle böyle bir gayreti ‘liderleştirme’yi yapandan beklemek boşuna olur. Karar vermede, yorumlamada, algılayışta özgür olmayan ve bir yığın önyargının içinde bulunan düşünce biçimi için, doğru ve adil bir sonuca varmasını beklemek boşuna bir bekleyiş olacaktır. Böyle bir düşünceye sahip olan kişi, ancak öncül doğruların sınırı içinde kalabilecek, onları zorlayamayacaktır. Bu düşünce kısırlığı ise elbette ki şüpheli bir bilgi yığınını bünyesinde ayrılmaz bir parça olarak taşıyacaktır. Bu türden bir algılayış biçimde akıl değil duygu hakim olacaktır. Elbette ki duygunun hakimiyeti, edebi övgülerle veya haksız ithamlarda şekillenen bir sonuca ulaşmaktan başka bir şey sağlamayacaktır.

Cahiliyenin çığırtkanlığını yapan, İslam’ı bozmaya, Müslümanları fitneye düşürmeye çalışanlar müceddid değil, müteceddiddirler. Onların gayeleri, dini, cahiliye unsurlarından korumak değil, cahiliyeyi, gerektiğinde İslam adı altında insanlara kabul ettirmektir. Bunu başarabilmek için de her çeşit metoda rahatlıkla müracaat ederler. Müceddid olanlar ise, İslam’ı, cahiliyenin bütün pisliklerinden korumak, arındırmak ve dini sadece Allah’a ait kılmak için çalışırlar. Bu uğurda gerekirse canlarını feda ederler…

Şüphesiz bir müceddid, peygamber olamaz. O, sadece peygamberin bir takipçisi, halefidir. Peygamberin tebliğ ettiği hak davanın tasdikçisi, mensubu, savunucusudur. Müceddidin sahip olduğu bazı yetenekler vardır. Bu yetenekleri şu şekilde sıralayabiliriz. İşlek bir zeka, engin bir basiret, net fizikî yapısı, ifrat ve tefritten uzak, mutedil görüş kabiliyeti, çevresindeki olumsuzluklardan etkilenmeme gücü, cahiliyeye karşı mücadele cesareti, yönetici olabilme kabiliyeti, içtihad etmeyi ve olguların değerlendirmesini yapabilmeyi sağlayacak bir beceri… Bir müceddid bu yetenekleri vasıtasıyla İslam’a bulaşmak isteyen, cahiliyenin bütün unsurlarını görür, onlarla gerektiği gibi mücadele eder. Bu yeteneklere sahip olmayan birisinin, müceddid olabileceğini düşünmek de anlamsızdır…

Bir müceddidin yaptığı tecdid çalışmasının çeşitli safhaları vardır. Bu safhaları yaklaşık olarak şu şekilde belirleyebiliriz:

1) Zamanının sorunlarını doğru teşhis: Cahiliyenin unsurlarının neler olduğunu, ne oranda halk tarafından kabul gördüğünü, bunun yanında İslam’ın ne gibi dezavantajlarla karşı karşıya olduğunu araştırır.

2) Islah düşüncesi: Zamanındaki Müslümanların inanç ve yaşantılarına karışan cahiliye unsurlarını yok etmek isteği taşır. Bu istekle, cahiliyenin pisliklerini yok etmenin yollarını araştırır.

3) İmkanların araştırılması: Sahip olduğu imkanları ve bunların nasıl kullanılacağını araştırır. Kendisine belirli bir mücadele alanı oluşturur.

4) Mücadele: İnanç ve buna bağlı yaşantıyla ilgili olarak, düzenleme mücadelesine girişir. Peygamberin tebliğini devam ettirme gayretiyle, fiilî olarak eyleme başlar. Eğitim ve öğretim sistemi, pozitif bilimler, düşünce yapısı, İslami bilimler… onun bu mücadele alanlarındandır.

5) Toplumsal bir mücadele: Gayretlerini, içinde bulunduğu tüm topluma yöneltir. Toplumun inancı, ahlakı, düşüncesi, yaşantı biçimi, idari şekli vs. alanlarında mücadeleye girer ve bu arada, mücadele saflarına yeni katılmış fertlerin eğitimiyle ilgilenir.

6) İçtihad: Dinin bütün esaslarını kavramaya çalışır. Bu gayretine bağlı olarak kişilerin ve toplumun, sonradan ortaya çıkan sorunlarına çözüm yolları araştırır. Bir gelenek haline gelmiş olan düşünce, inanç ve yaşantı biçimlerinin yerine İslam’ı getirmek için bir metod geliştirir, plan yapar. Böylelikle İslam, tekrar hakimiyeti eline alır.

7) İslam’ın savunulması: İslam’a karşı, açıkça mücadeleye girmiş olan ideolojik ve siyasi yapılara karşı, gerektiği şekilde İslam’ı müdafaa eder. Bu bazan sözle, nasihatla, bazan da bizzat eylemle olur.

8) İslam nizamının doğuşu: Cahiliyenin elinde bulunan bütün yetkiler alınır. Böylelikle Allah’ın hükümlerine göre hükmeden bir idari yapı oluşur. İslam nizamı doğar.

9) Yeryüzünde Allah’ın hakimiyetini kurmak: Dünyanın herhangi bir yerinde, bir İslam cemaati oluşturmakla iş bitmez. Mücadele olduğu gibi devam eder. Artık amaç, bütün dünyaya hakim olan bir İslam Cemaati kurmaktır. İşte o zaman Allah’ın arzında, Allah’ın hükmünden başka bir hükümle hükmedilmeyecektir. Bu safhadan sonra müminlerin bütün gayreti cemaat yapılarının bozulup ellerinden gitmemesi için dinamik bir ruhla sabretmek ve kötülüklerin tekrar meydana çıkmasını önlemek için gayret göstermektir

Tecdid çalışmasıyla ilgili olarak yaptığımız sınıflanmaya bakıldığında, ilk üç özelliğin bütün müceddidleri kapsadığı görülür. Müceddidlerin tamamı da bu alanda çalışmış ve bunları gerçekleştirmiştir. Diğer bir ifadeyle, bunların gerçekleşmesi zorunludur. Fakat diğer altı esasa gelince, bunların başarılması müceddidin bütün gayretlerinin dışındadır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, başarı sadece Allah’tandır. Buradaki imkanlar ise Allah’ın bir lütuf olarak vereceği şeylerdir. Bundan dolayı da bunları niçin gerçekleştirmedin diye kimse sorguya çekilemez. Sorgulanacak tek husus, bunları gerçekleştirme yolunda niçin çalışılmadığı olabilir ancak. Bir kimse şayet bu dokuz esastan bir kaçının gerçekleşmesine sebep olmuş ise, o, müceddid olarak anılma hakkını kazanır. Fakat kelimenin tam anlamıyla asıl müceddid, bütün bunları gerçekleştirmek için çalışmış ve Allah’ın da ona, bu başarıyı göstermiş olduğu kişidir. Biz bunu ideal müceddid olarak isimlendiriyoruz…

İslam tarihine baktığımızda, ideal bir müceddidle karşılaşamayız. Tarih, henüz böyle bir müceddidin varlığından bahsetmemektedir. Halife Ömer bin Abdülaziz böyle bir sıfatla anılmaya oldukça yaklaşmıştı. Fakat buna ömrü elvermedi. Bundan dolayı da tecdid vazifesini bütünüyle yerine getirme imkanına kavuşamadı. Ondan sonra yaşamış olan müceddidler ise onun seviyesine dahi çıkamadı. Tecdidin sadece birkaç safhasını gerçekleştirebildiler…

İmam Gazali

Ömer b. Abdülaziz’den sonra, cahiliye, Müslümanlar üzerinde yönetime dayalı bir hakimiyet kurdu. Cahiliye’nin bu hakimiyeti bazan Emevi, bazan Abbasi bazan da değişik isimler altında, özde aynı olmak şartıyla devam etti. Bütün bu değişik isimler altında yapılan işin bir başka ortak özelliği de vardı. O da, Yunan, İran, Hind düşüncesinin ürünü olan felsefenin İslam dünyasına girişiydi. Yapılan tercümelerle bu kolaylıkla sağlanıyordu. Bütün bu olumsuz gelişmeler bizzat devlet tarafından düzenleniyor ve yönetiliyordu. Devletin desteğindeki cahiliye unsurları, halkın inancında kısa bir müddet sonra etkin duruma geldi. Bu olumsuz etkiyle yaşantı biçimleri de cahiliyeye bağlı olarak değişmeye ve şekillenmeye başladı. Bu durum Abbasiler döneminde daha da açık bir şekilde görüldü. İslam’dan, ilimden, halkın sorunlarının varlığından habersiz hükümdarlar, cahiliyenin etkinliği için daha da uygun bir ortamın oluşmasına neden oldular. Tüm bu gelişmeler sonunda küfür, İslam hükümlerinin yerini kolaylıkla elde etme imkanına kavuştu…

… İmam Gazali, H. 5. asrın ortalarında dünyaya geldiğinde İslam dünyasının durumu kısaca bundan ibaretti. O da ilk eğitimini bu cahiliye ortamı içinde cahiliye unsurlarına dayalı bir şekilde yaptı. Ama bir müddet sonra asıl öğrenilmesi gerekenlere yöneldi. Fakat o ana kadar, zamanında büyük alim olarak tanımlanan kişilerin ünvanını çoktan elde etmişti. Zamanının en büyük ilim meclisi olan Nizamiye Medresesi’nin başmüderrisi oldu. Nizamülmülk, Melik Şah ve Bağdat’taki diğer yöneticilerin yanında saygın bir yer elde etti. Aranan birisi oldu. Siyasi konularda kendisine o kadar ihtiyaç duyuluyordu ki, Selçuklu sultanlarıyla Halife arasında çıkan ihtilafların çözümünde hep ona başvuruluyordu. Fakat onun bu durum, kendisinde çok büyük değişikliklerin oluştuğu, bir türlü terk edemediği bazı soruların kafasını meşgul ettiği bir dönemin de başlangıcı oldu. Zamanındaki insanlardaki inanç, düşünce, yaşantı, siyaset ve bilim gibi alanlardaki yozlaşmaları, bozulmaları gördükçe, ondaki bu değişiklik daha da etkin bir duruma geldi. Bir değişiklik yapmak gerektiği düşüncesi, zihnine iyice yerleşmişti. Bu değişikliğin ise kendisi tarafından hiç değilse başlatılması zorunlu olduğu kararına vardı ve artık her şeyini ona göre ayarlamaya başladı. Onun bu karara varması ve teşebbüse geçmesi pek kolay olmadı. Uzun bir süre insanlardan kaçar oldu. Dünyaya sadece şan, şöhret, mal, mülk sahibi olmak için gelmediğini düşünmeye başladı. Yalnız kaldı, düşündü. İmkan bulduğu oranda İslam dünyasını gezerek Müslümanların durumunu bizzat yerinde gözledi. Yükleneceği sorumluluğun ağırlığı altında nasıl dayanacağını düşündü. Onun bu hali tam on yıl devam etti. Adeta dünyaya yeni bir insan gelmişti. Eski Gazali’den hiçbir kalıntı yoktu. O, bu on yıl içinde saraylardan uzak durarak etkilenmelerden uzakta doğru karar verme imkanına sahip olmuştu. İslam ümmetine önder olacak kişileri yetiştirmek için Tus şehrinde özel bir okul açtı. Böylelikle yenileme hareketine girişmiş oldu. Fakat onun bu düşünceleri gerçekleşme imkanı bulmadı. Çünkü son hal üzere olan ömrü sadece 6, 7 yıl sürdü.

İbni Haldun’a göre, İmam Gazali bütün dünyaya hakim olacak İslam inancının özlemi içindeydi. Bütün arzu ve çalışmaları bu gayeye yönelikti. Her ne kadar Batı Afrika’da kurulan Muvahhid devletini onun talebelerinden birisi kurduğu rivayet edilmişse de onun yönetimle ilgili düşünceleri pek uygulama imkanı bulamamıştır. Vefat ettiğinde cahiliye hakimiyetini daha da artırdı. İfadenin en kısa şekliyle bir yıkım, zulüm bütün İslam dünyasını sardı.

İmam Gazali’nin gerçekleştirmeye çalıştığı tecdid çalışması gözlendiğinde üç olumsuz etkinin bu çalışmayı başarıdan engellediği görülür:

  1. Hadisteki yetersizliği,
  2. Rasyonel bilimlerle zihnini fazla meşgul etmiş olması,
  3. Tasavvufa olan fazla ilgi ve eğilimi.

Onun sahip olduğu bu olumsuz etkilerden uzakta tecdid işini biraz daha ileriye götürecek kişi İbni Teymiyye oldu. Teymiyye’nin gayretleri sayesinde tecdid işi daha da anlamlı hale geldi.

İbni Teymiyye

İbni Teymiyye, İmam Gazali’nin vefatından 150 yıl kadar sonra, H. 7. asrın ikinci yarısında doğdu. O, dünyaya geldiği sıralarda, Hind’den Fırat’a kadar bütün İslam dünyası, Müşrik kavimlerin istilası altında idi. Bu istila hareketi Suriye’ye doğru ilerlemekte, Müslümanlar geri çekilmekle uğraşmaktaydı. Savaşlarda sürekli yenik çıkan Müslümanlar özellikle son yıllarda sultanlar tarafından daha çok uygulanır olan zulüm, baskı uygulamalarıyla birlikte perişan bir hale gelmişlerdi. Bu olumsuz değişme, ilim, sanat ve düşüncede, inanca bağlı olarak daha çok görülür olmuştu. Her ne kadar istilacılar İslam’ı kabul ediyorlar ise de, ilk anda olumlu bir gelişme gibi gözüken bu değişim, arkasında İslam açısından çok büyük tehlikeleri beraberinde taşıyordu. Kitleler halinde İslam’ı kabul eden insanlar önceki cahiliye inançlarını olduğu gibi İslam’a taşımışlar, İslami adı altında rahatlıkla aynı düşünce yaşantılarını sürdürme imkanı bulmuşlardı. İslam düşüncesinin içtihada karşı çıkışla birlikte donuklaşması, taassubun buna bağlı olarak yaygınlaşması, taklidin en çok başvurulan vasıta olması bir yığın cahiliye unsuru için daha da uygun bir ortam sağlamıştı. İçtihada kesinlikle karşı çıkılıyor, bu karşı çıkışın sebebi olarak İslam’a cahiliyenin karışmasına engel olmak kaygısı gösteriliyordu… Bütün bunlara rağmen, o dönemde İslam bayrağını kaldıran, hakikati ilan eden kişi İbni Teymiyye oldu. O, Kur’an konusunda derin bir bilgi ve anlayışa sahipti… Hadiste tam bir otoriteydi… Fıkıh alanındaki ilmi ise yine tartışılmaz derecedeydi. Mantık, felsefe, rasyonel bilimler alanında herkesten çok bilgiye sahipti. Bütün bunlara ek olarak Yahudi ve Hıristiyan literatüründeki bilgisi bir Yahudi veya Hıristiyan aliminden daha fazla idi… Onun engin bilgisi, hitabetindeki üstünlükle bir araya gelince cahiliyenin savunucusu olarak karşısında hiç kimse duramaz olmuştu. Onu ilimle susturamayanlar sonunda hapis, işkence, tehdit, zulüm yolunu seçmekte hiç çekinmediler. Bütün bunlara rağmen o, İmam Gazali’nin bıraktığı yerden tecdid işini devam ettirdi. Onun İmam Gazali’den devraldığı tecdid faaliyetinin özelliklerini şu şekilde belirleyebiliriz:

1) Yunan felsefe ve mantığına ilişkin olarak İmam Gazali’den daha fazla bilgiye sahipti. Bundan dolayı eleştirileri daha sistemli oldu. Felsefenin saltanatını daha fazlasıyla sarstı. Bu eleştirileri İslam dünyasında etkisini çok çabuk gösterdi…

2) İslam’a ilişkin savunusunda İmam Gazali’den daha başarılı oldu. Reddedilemez delillerle bu savunusunu güçlendirdi. Bunları yaparken de İslam’a ilişkin hiçbir zorlayıcı yorumu kabul etmedi, kendisi de o yola iltifat etmedi. İmam Gazali konuya ilişkin savunularında fazlasıyla akla müracaat ederken, o, dinin temel esası olan Rasulün getirdiği hakikat dışında, hiçbir şeyi eleştirilemez esas olarak kabul etmedi. Bundan dolayıdır ki, onun savunusu kelimenin tam anlamıyla bir zafer oldu.

3) Onun eleştirisi, sadece taassup ve taklitte ısrar edenlere karşı olmakla kalmayıp içtihad kavramının tam karşılığı olarak, ilk İslam alimlerinde olduğu şekliyle, yeni sorunlara karşı çözüm yolları önermek şeklinde de gerçekleşti… Böylelikle içtihad kapısını kapatma azmi içinde olan ve buna inananlara karşı, İslam fıkhına gerekli canlılığı kazandırdı.

4) İslam’a ‘İslamî’ kimliğiyle sokulmak istenen cahiliye unsurlarına karşı şiddetli bir karşı çıkış yaptı. Bu mücadelesinde ona muhalefet edenlerin çokluğuna rağmen yolundan hiçbir zaman dönmedi…

O, tecdid işinde sadece kitapların arasına sıkışıp kalmamıştır. Gerektiğinde halkın karşısına geçip hakikati söylemiş, gerektiğinde de kılıcını ele alıp savaşa çıkmıştı. O sıralar henüz istila edilmemiş olan Suriye ve Mısır, istila tehlikesi altındaydı. Halka hitap ederek halkı, Moğolların gerek inançları açısından, gerekse zulümleri açısından uyarıyordu. Bir rivayete göre, düşman istilasının korkusuyla ne yapacağını şaşıran halk, düşmanla karşılaşmayı ölümle eş tutuyordu. Fakat İbni Teymiyye’nin cihadla ilgili açıklamalarını dinlediklerinde bütün korkuyu üzerlerinden atmışlar ve düşmana karşı savaşa girişmişlerdi.

Bütün bunlara rağmen, İbni Teymiyye, tecdid işinde, İslam’ın yönetime hakim olma başarısını göremedi. Fakat bu gaye için her şeyini kaybetmekte bir an olsun tereddüt etmedi. Ömrünü bunun için harcadı.

 Kaynak: İslam’da İhya Hareketleri, Pınar Yayınları, 1986, s.16-95.