Alıntılar

İslam Düşüncesi ve Kültür

Seyyid Kutub

Müslümanın inanç gerçekleri ile ilgili konularda, kainatla ilgili genel düşüncede, ibadetle, ahlakla, davranış tarzı ile, değer ölçüleri ile, siyasi, ekonomik ve sosyal ilkelerde, insani gelişmelerin faktörleri veya insanın tarih içindeki misyonu ile ilgili meselelerde sadece ilahi kaynaklara dayanması gerekir. Müslüman bu konularda ancak pratik hayatı içinde dinine, takvasına ve inanç sağlamlığına güvendiği kimselerden bilgi alabilir.

Buna karşılık Müslüman kimya gibi, fizik gibi, biyoloji gibi, astronomi ve tıp gibi, sanayi ve tarım gibi, yönetim usulleri gibi, sanatla ilgili çalışma usulleri gibi, savaş ve vuruşma usulleri gibi ve bunlara benzer alanlarda hem Müslümanlardan ve hem de Müslüman olmayanlardan bilgi alabilir.

Çünkü bu konular, Peygamberimizin (S.A.S.) “siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” hadisi ile işaret ettiği alanların kapsamına girer. Bu konular Müslümanın hayat, kainat, insan, insanın amacı, fonksiyonu, gerek çevresini kuşatan varlıklarla ve gerekse tüm varlıkların yaratıcısı ile olan ilişkisi gibi ana meselelerde Müslümanın düşüncesini oluşturma zarureti ile ilgili değildir. Bu konular, Müslümanların hayatını, gerek fert olarak ve gerekse cemiyet olarak düzenleyen şeriat ilkeleri, rejim temelleri ve ana sosyal kurumlarla da doğrudan doğruya ilgili değildirler. Hatta bu konular ahlak, edep, gelenek ve değer ölçüleri gibi Müslüman toplumda geçerli olan ve bu toplumun ana hatlarını teşkil eden meselelerden de değildir. Buna göre, bu konularda Müslüman olmayanlardan yararlanmanın, Müslümanın inancını sarsmak veya onun yeniden cahiliyeye dönmesine yol açmak gibi bir tehlikesi yoktur.

Fert ve toplum olarak tümüyle insani gelişmeleri yorumlamaya gelince bu, insan psikolojisi ile tarih içindeki hareketlerine hangi açıdan bakıldığına dayanır. Kainatın oluşumu, hayatın başlangıcı ve tecrübi ilimlerin sınırlarını aşan kesimi ile insanın kaynağı gibi kimya, fizik, astronomi ve tıp branşları ile açıklanamayan konuların bilgisinde durum, şer’î hukuk sistemi ile hayat tarzını düzenleyen ilke ve metodlarda olduğu gibidir, yani bu konular hakkında bilgiler, doğrudan doğruya inanç sistemine bağlıdır. Öyle olunca, bu konularda Müslüman, ancak dinine, t akvasına ve bildiklerini ilahi kaynağa dayandırdığına kesinlikle güvendiği Müslümanlardan bilgi alabilir. Önemli olan nokta, Müslümanın görüşünde bu konuların inanç sistemine bağlı bilinmesidir, bu tutumun yalnızca Allah’a kul olma ilkesinin ve “La İlahe İllallah, Muhammedun Resulullah” şahadet cümlelerinin gereği olarak kabul edilmesidir.

Müslüman her türlü cahiliye gelişmesinin eserlerini okuyabilir. Fakat bütün bu alanlardaki bilgi ve düşüncesini o eserlerden edinmek için değil. Bu incelemenin asıl amacı, cahiliyenin nasıl haktan saptığını, bu beşeri sapıklıkları, İslam inanç ve düşüncesindeki sağlıklı temellerine oturtup düzeltmenin, doğrultmanın nasıl mümkün olacağını tespittir.

Tümü ile ‘felsefe’ çalışmaları, tümü ile ‘tarih yorumu’ çalışmaları, genel yorum karakteri taşımayan bazı gözlem ve görüşler dışında kalan bütün ‘psikoloji bilgisi’, bütün ‘ahlak’ konuları, tüm olarak dinler hakkındaki karşılaştırma çalışmaları, bazı gözlemler ve istatistik veriler dışında tümü ile ‘sosyal doktrinler’ ve bunlarla ilgili yorumlar, bütün bu branşlar, İslam dışı cahiliye düşüncesi içinde, eskisi ve yenisi ile, cahiliyenin inanç ve dünya görüşünün doğrudan doğruya etkisi altındadırlar, cahiliye kaynaklı kavramlara dayanırlar. Bu branşların tümü değilse bile büyük bir çoğunluğu, özleri itibarı ile, açık veya kapalı şekilde genel olarak din kavramına ve özel olarak İslam düşüncesine karşı düşmanlık esasına dayanırlar.

“Kültür, bir insanlık mirasıdır; onun vatanı, milliyet ve dini yoktur” masalı pozitif ilimler ile bu ilimlerin uygulanışını gösteren teknoloji ile ilgili olduğu takdirde doğrudur. Bu alanı aşıp ilimlerin sonuçları ile ilgili fizik-ötesi felsefi yorumlara dalmaması şartı ile, insan psikolojisi ile ilgili, insani gelişmeler ile ilgili ve tarih ile ilgili felsefi yorumlara kalkışmaması şartı ile. Sanat, edebiyat ve diğer tüm hissî ifade alanlarına girmemesi şartıyla.

Bu satırların yazarı ömrünün kırk yılını okuyarak geçirmiş bir insandır. Kırk yıl boyunca gerek branşı ile ilgili olduğu için ve gerekse ilgisini çektiği için, beşer kültürünün başlıca alanları ile ilgili eserler üzerinde araştırma yapmak ve okumak birinci derecede gelen işi olmuştur. Sonra inancının ve düşüncesinin kaynaklarına döndüğü zaman, bütün okumuş olduğu eserleri, o büyük hazine karşısında gayet sönük ve değersiz bulmuştur. Hoş, başka türlü de olamazdı ya! Fakat ömrünün harcanmış kırk yılından dolayı pişman değildir. Çünkü bu uzun yıllar boyunca sapıklığı ile, bayağılığı ile, iğrençliği ile, yavanlığı ile, bunalımı ile, bunlara karşı gururu ile, iddiası ile, sözün kısası bütün içyüzü ile cahiliyeyi tanımıştır. Bu tecrübeler sayesinde kesinlikle anlamıştır ki, Müslüman bu iki çeşit kaynağı bir gibi kabul edip her ikisinden de bilgi alamaz.

İlim, yalnız inançla, dinî farzlarla ve şeriatla ilgili olan bilgilerden ibaret değildir. İlim, her şeyi kapsamına alır. Bu terim, inancı, farzları ve şeriatı bilmeyi içine aldığı gibi yeryüzü halifeliğini yürütmek üzere tabiî kanunları ve onları kontrol altına almayı bilmeyi de kapsar. Fakat inanç temelinden ayrılmış olan ilim, Kur’an’ın kastettiği ve sahiplerini övdüğü ilim değildir.

Fizik, kimya, astronomi, biyoloji, jeoloji ve benzeri gibi kainat sisteminin kanunlarını ve hayatın ilkelerini araştıran ilimler ile inanç tabanı arasında ilişki vardır. Bu ilimler, sapık arzular tarafından Allah’tan uzaklaştırmak amacı ile kullanılmadıkça, insanı Allah’a götürür. Fakat özellikle Avrupa tarihinde ilimle uğraşanlarla zorba kilise arasında meydana gelen yersiz çatışmalar yüzünden, maalesef, Batı ilminin metodu Rönesans hareketi ile böylesine yanlış bir doğrultuya sapmıştır. Bu çatışma, Batı düşüncesinin bütün metodları ile bütün düşünce tarzları üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu çatışmanın düşmanca ve zehirli kalıntıları sadece kilise ve kilise düşüncesinin dayandığı kaynaklarla ilgili olmakla kalmamış tüm olarak din düşüncesine yönelip Avrupa düşüncesinin her ilim alanında geliştirdiği eserlere sinmiştir.

Bu yüzden İslamiyet’le ilgili araştırmalarda Batı’nın bakış açısına ve araştırma verilerine güvenmek, teslimiyetçi bir gaflet olur. Bu yüzden, günümüzde içinde bulunduğumuz şartlar karşısında Batı’dan almak zorunda olduğumuz pozitif bilimlerde bile aralarına felsefi bir yorum katılmış olabileceğini düşünerek ihtiyatlı olmamız gerekir. Çünkü araya karıştırılan bu zararlı unsunlar genel olarak din düşüncesine ve özellikle İslam düşüncesine kökten düşmandırlar. Ne kadar az olursa olsun, bu unsurlar saf İslam pınarını zehirlemeye yeterlidir.

Kaynak: Yoldaki İşaretler, Hicret Yayınları, 1980, s.83-90.