Söyleşi

ERCÜMEND ÖZKAN: ENTELEKTÜEL BİR PORTRE

KÜRŞAD ATALAR

Türkiye’de İslâmcı düşüncenin bazı dönüm noktaları, etki leyenleri, önde gelen isimleri vardır. Merhum Ercümend Özkan da bu kırılma noktalarından birine işaret etmektedir. Kürşad Atalar Ercümend Özkan Entelektüel Bir Portre (2021) kitabında Özkan’ın düşünce dünyasındaki önemli dönüm noktaları ve faaliyetlerini analitik bir gözle değerlendiriyor. Ona göre Özkan’ı Türkiye’deki İslâmcılık akımı için önemli kılan en önemli unsur, mücadelesinden çok düşünceleridir. Özkan’ın hayat hikâyesi bu düşüncelerin tarihsel açıdan konumlandırılma şansını vermekle beraber kendi dönemini izahı bakımından da önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda kitapta din-siyaset ilişkisi, modernite-gelenek eleştirisi ve yöntem olmak üzere üç ana başlık altında Özkan düşüncesinin profili çıkarılmaktadır. Kürşad Atalar’la kitabından hareketle Ercümend Özkan’ı konuştuk. (Umran)

Son yayımlanan kitabınızda, Ercümend Özkan’a dair alışılmışın dışında entelektüel bir zeminden hareket eden genişletilmiş bir kavrayış geliştiriyorsunuz. Özkan’ı yeniden kavrama girişiminizde, analitik bir yaklaşımı benimsediğinizi ifade ediyorsunuz. Böylesi bir değerlendirmenin taşıması gereken başlıca niteliklerden başlayabiliriz…

>

Öncelikle şunu ifade etmek isterim: Rahmetli Ercümend Özkan Türkiye’deki İslâmcılık akımı içerisinde genellikle siyasal mücadelesi öne çıkarılan bir figürdür. Entelektüel yönüne odaklanan çalışmalar görece azdır. Özellikle de ‘analitik’ değerlendirmeler pek yoktur. Hakkında yazılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde dahi bu boyut eksiktir. Bu yüzden kitapta ‘alışılmışın dışında’ bir yaklaşım sergilendiğine dair tespitiniz isabetli. Burada, Özkan’ın düşünce yapısını analitik kriterler ölçeğinde değerlendirmeye çalıştım. Bu bağlamda, vazgeçilmez gördüğüm ‘din-siyaset ilişkisi’, ‘modernite-gelenek gerilimi’ ve ‘yöntem’ kriterleri bağlamında Özkan’ın düşüncelerinin yüksek-çözünürlüklü bir fotoğrafını çekmeye çalıştım. Ne ölçüde başarılı olduğumun takdiri elbette okurun. Şunu da eklemek isterim: zannımca, bu tür çalışmaların çoğalması lazım, eğer Türkiye İslâmcılığı’nın düşünsel arkaplanını daha iyi anlamak istiyorsak. Çünkü ‘düşünsel’ temeli iyi bilinmeyen hiçbir eylemlilik doğru anlaşılamaz. Eskilerin deyimiyle, önce kalp ikna olur, sonra organlar ona tabi olur. Bunun günümüz dilindeki tercümesi “ameli iman belirler” veya “teori pratikten önce gelir” şeklinde yapılabilir. Eğer Ercümend Özkan Türkiye İslâmcılığı’nın tarihinde silinmeyecek iz bırakmış bir figür olarak kabul ediliyorsa, onu tanımak için evvelemirde yapılması gereken, bu varoluşun ‘düşünce’ temellerini iyi bilmektir

HAKİKAT ARAYIŞI

Ercümend Özkan nasıl bir dünyaya doğdu? Kişiliği nasıl oluştu? Bu kişiliği belirleyen temel unsurlar nelerdir?

Doğum tarihi 1938 olduğuna göre, nasıl bir dünyaya doğduğu da kabaca bellidir! Çocukluğu tek parti döneminde geçmiş, gençliğinin baharı sayılabilecek dönemde ise Menderes hükûmetini görmüştür. Milliyetçi-muhafazakâr denilebilecek bir kökenden gelmektedir ve gençlik döneminde genellikle bu anlayışın sahibi çevrelerle hemhal olmuştur. Fakat 1960 yılında Hizbuttahrir’le tanışmasından sonra ‘İslâmcılık’ akımına intisap ettiğini söyleyebiliriz. O tarihten itibaren de hep bir ‘İslâmcı’ (bazılarının deyimiyle, ‘radikal İslâmcı’) olarak kalmıştır. Yani 35 yıllık bir İslâmcılık tecrübesi vardır. Son derece gelişmiş bir sorgulayıcı zihne ve ‘acar’ denilebilecek bir kişiliğe sahiptir. Doğrunun peşindedir; onu bulursa, çekinmeden söyler, gereğini de yapar. Hem kurulu düzenin hem de geleneksel çevrelerin hışmını üzerine çekmesinin nedeni budur. Herkeste olduğu gibi onun kişiliğinin oluşmasında da kimi sosyo-kültürel, siyasi vs. faktörlerin etkisinden bahsedilebilir ama bence İslâmcılık yönünde yaptığı tercih bunların hepsinden önde gelir. Başka bir ifadeyle, onun kimliğinin belirleyeni bence ‘hakikat arayışı’dır. Gerçeği İslâm’da bulduğuna inanmıştır ve bütün düşünce ve davranışlarının ona uygun olması için de gayret göstermiştir.

Basın ve yayıncılık alanında girişimleri de var Ercümend Özkan’ın. Dergicilik serüveni bakımından fevkalade önemli bulunan İktibas dergisi çerçevesinde de metinler yazdınız. “İktibas, Özkan’ın belki de tek eseri olarak nitelendirilmeyi hak eden bir periyodiktir” diyorsunuz. Bu dergiyi 1980’ler ve sonrasındaki gelişmeler açısından nasıl ele almak gerekir?

İktibas, Özkan’ın deyimiyle, onun ‘Altıncı Evladı’dır! Malum, 5 evladı var kendisinin. Hatta başka bir yerde İktibas için “ailemizin en imtiyazlı üyesi” diyor! Bu da bence, ‘hakikat’e her şeyden daha çok önem verdiğinin bir başka kanıtıdır. Yani kendi evlatlarından bile imtiyazlı görüyor onu. Çünkü onun ‘varoluşu’nu anlamlandıran şey fikir, düşünce veya hakikattir. Özkan, ömrü boyunca alışılageldik yazarlardan biri olmadı. Yani, basit ifadeyle söyleyecek olursak, kitap yazmadı. Ömrünün sonlarına doğru çıkan iki kitabında (İnanmak ve Yaşamak ile Tasavvuf ve İslâm) yer alan yazıların önemli bir bölümü daha önce İktibas’da yayımlanmış yazılardır. Yani, Özkan’ın fikirlerini kamuoyu ile paylaştığı asıl platform İktibas’tır. Vefatından sonra yayımlanan kitapları da yine çoğunlukla İktibas’ta çıkan yazılarından oluşmaktadır. Dergi, 12 Eylül Darbesi’nin olduğu yıl (Özkan’ın deyimiyle de “zemheri soğuğu”nda) yayın hayatına başlamış ve ‘darbe şartları’nın devam ettiği yıllarda İslâmcı kesimde ses getirmiş bir yayın organıdır. Önceleri özgüvenli söylemi ve yüksek fikri düzeyi ile genellikle bu kesimden olumlu tepkiler almış, önemli tiraj sayılarını da yakalamıştır. Fakat ‘hakikat’i her şeyden öncelikli gören her girişimin bu çağda yaşadığı tecrübeyi o da yaşamış, özellikle de geleneğe yönelttiği eleştiriler yüzünden bazı kesimleri (Şeriati’nin deyimiyle) “rahatsız etmiştir.” Derginin zaman içerisinde (etkinliğinin değil) ‘popülaritesi’nin azalmasının belli başlı nedenlerinden biri de budur. Fakat genel bir değerlendirme yapılacak olursa, derginin (özellikle de Özkan’ın sağlığında) Türkiye İslâmcılarının fikri düzeyinin artmasında önemli katkıları olmuş bir yayın organı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

KAVRAMLAR VE ÇAĞDAŞ İSLÂM DÜŞÜNCESİ

Dergi bakımından önemli olan noktalardan biri de kavramlar. Ercümend Özkan’ın ideoloji kavramına dair kanaatinin büyük ölçüde, Ali Şeriati’ninkine benzediğini belirtiyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Özkan’ın ‘kavramlar’a özel önem verdiği bilinen bir husustur. Hatta ‘Kavramlar’ın derginin en önemli bölümü olduğu bile söylenebilir. Bu, bizzat Özkan’ın ifadeleriyle sabittir. Bunun nedeni de basittir: zihniyeti kavramlar oluşturur! (Bunu dahi onun ‘hakikat arayışı’na bağlamak mümkündür). Özkan’ın İktibas’ta ele aldığı kavramlar genel olarak iki başlık altında toplanabilir. İlki, İslâm’la ilgili olanlar, ikincisi ise Batı’yla (veya yaşanan hayatla, moderniteyle vs.) ilgili olanlar. İlk kategoride yer alanlar, belki ikincisinden biraz fazladır ama toplamda bunların sayısının birbirine yakın olduğu söylenebilir. Yani Özkan’ın İktibas’ta yapmaya çalıştığı şeyi, “yaşamak için inanmak” şeklinde özetlemek mümkündür. Zaten ilk kitabının adı da zaten bu klişeden mülhemdir! Esasen moderniteye ait olan ve basitçe ‘idealar bilimi’ anlamına gelen ‘ideoloji’ kavramına gelince, şunları söylemek mümkün: malum olduğu üzere, bu konuda bir zamandır İslâmcılar arasında bir tartışma bulunuyor ve bir kesim İslâm’ın bir ideolojik olarak nitelendirilmesine itiraz ediyor. Özkan, bu karşıtlığın sağlam bir temeli olmadığı düşüncesindedir ve bu görüşü benimseyenleri ‘iyi düşünemeyenler’ olarak nitelemektedir. Çünkü yaşadığı dönemde yaygın bir şekilde kullanılan bu kavram ile kast edilen soyut fikir değil “bağlısından bedel ödemesini isteyen düşünce”dir. Bu kavramı, bu mana içeriğiyle Ali Şeriati de eserlerinde genellikle olumlayarak kullanır. Fakat tabii ki kavramın ‘olumsuz’ denebilecek tazammunları da var. Ama bu daha çok Batı dünyasında böyledir. Bu coğrafyada, özellikle postmodern dönemde yapılan tartışmalarda bu boyut öne çıkarılır ve yaşanan tecrübeler sonucunda Marksizm, liberalizm vb. ideolojilerin (veya ‘meta anlatılar’ın) ‘öldüğü’ ilan edilir. Ama burada şuna dikkat etmek lazım: postmodern dönemin jargonu Özkan’ın yaşadığı dönemde (‘kullanılan dil’ açısından) Müslüman Dünyası’ndaki tartışmalarda henüz yaygın olarak kullanılmamaktadır. Dolayısıyla aktüel olarak kullanılmayan bir dildeki olumsuz tazammunların farkında olunmadığı gerekçesiyle Özkan’ı veya Şeriati’yi sorumlu tutmak hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz. Ayrıca Özkan’ın ‘dil’ konusundaki hassasiyeti de bilinmektedir. Kendisi Cumhuriyet, demokrasi vb. kavramları olumlayarak kullananları ‘ideolojik kirliliğe’ bulaştıkları gerekçesiyle eleştirmiş, özellikle de ömrünün sonuna doğru ‘devrim’ kavramına yönelik daha rafine eleştiriler getirmiştir. Bu kavramın “bize ait olmadığını” ve “sahiplerine geri iade edilmesi gerektiğini” de vurgulamıştır.

Öte yandan Ercümend Özkan’ın toplum ve devlet hakkındaki görüşlerinin çağdaş dönem İslâmcı düşünürleri arasında en çok Seyyid Kutub’un yaklaşımlarını akla getirdiğini kaydediyorsunuz. Ne gibi benzerlikler var?

En başta ‘toplum tanımı’ açısından benzerlikler var. Hem Kutub hem de Özkan için hâlihazırdaki toplumları orijinal anlamda ‘Müslüman’ olarak nitelemek mümkün değildir. Bunun olabilmesi için o toplumda Şeriat’ın hâkim hukuk olması gerekir. Bu nedenle, hilafetin ilgasından sonra ortaya çıkan yeni ulus-devletler (Türkiye ve Mısır gibi) ‘cahiliye’ toplumu olarak nitelendirilebilir. Fakat ‘cahiliye’ toplumunun üyelerinin tek tek nitelenmesi konusunda Özkan’ın üslubu Kutub’a göre daha ılımlıdır. Özkan’ın “Bizler kâfir sayma memuru değiliz!” şeklinde sıkça ifade ettiği bir cümlesi vardır. Bu, halka karşı yaklaşım konusunda onun görece ‘ılımlı’ denilebilecek bir tutum sahibi olduğunu göstermektedir. Hatta zaman zaman Özkan’ın üslubunda “Türk halkı bildiği İslâm’ı sevmektedir.” türü sempatik ifadelere rastlamak dahi mümkündür. Kutub’ta ise ‘ayrı organizasyon’ vurgusu belirleyicidir. Ona göre, Müslümanlar, cahiliye toplumlarında sistemin bir unsuru olarak faaliyet gösteremezler. Aslında Kutub, bu düşüncesini Mevdudi’den almıştır. Fakat pratiğe bakıldığında bu düşünceden ‘militan’ örgütlere yol bulmak da mümkündür. Nitekim düşüncenin kaynağı Pakistan (Mevdudi) olmasına rağmen, militan örgütler daha çok Mısır’da kurulmuştur. Ama bunu yerel şartlara bağlamak bana daha doğru geliyor. Bence Kutub’un düşüncesinden doğrudan ‘militan’ örgütlere yol bulmak zordur ama onun yaşadığı dönemde Mısır’ın zorlu şartları, görece sert bir tutum takınmayı beraberinde getirmiş gibi görünüyor. Rejimler konusunda ise, Kutub, Mevdudi ve Özkan’ın görüşleri aynıdır. Üçünün de mevcut ulus-devletlerin yerine ‘İslâm devletleri’ kurulması talebi vardır. Hayatları boyunca da bunun için çalışmışlardır.

MODERNİTE, GELENEK ELEŞTİRİSİ VE YÖNTEM

Analitik yaklaşımınızı sürdürerek modernite-gelenek eleştirisinin, çağdaş dönem İslâmcılığının tipik vasıflarını belirleyen hususlardan biri olduğunu vurguluyorsunuz. Bunların imkân dâhilindeki en önemli yönlerini Ercümend Özkan üzerinden örnekleyebilir misiniz?

Modernite ve gelenek eleştirisi, bence çağdaş dönem ‘İslâmcılığının ‘alamet-i farikalarından biridir. Bu eleştirinin düzeyi ayrı bir tartışma konusu ama eleştirel yaklaşım yoksa o kişi veya görüşe ‘İslâmcı’ demek zordur. Eleştirinin varlığı İslâmcılık için yeter kriter midir? Bunun mahiyeti de önemlidir. Mesela gelenek eleştirisi konusunda ‘Müslüman modernist’ tipoloji ile ‘İslâmcı’ tipolojinin farkı vardır. Her ikisi de geleneği eleştirir ama aralarında içerik bakımından fark vardır. Müslüman modernist, genellikle modernitenin temel kavramlarını meşrulaştıracak şekilde geleneği eleştirirken, İslâmcı, ‘seçici’ davranır ve eleştiriyi genel olarak ‘yasal/fıkhî sınırlar’ içinde kalarak yapar. Bir ‘İslâmcı’ olarak Özkan da, hem moderniteye hem de geleneğe yönelik ‘sert’ eleştiriler yöneltmiştir. ‘Sahih inanç’ adına demokrasi, insan hakları, özgürlük, vb. kavramları olumsuzlamış, özellikle de mezhepler ve tasavvuf konularında geleneğe şiddetli eleştiriler yöneltmiştir. Onun buradaki amacı ‘inancın safiyetini korumak’tır. Müslüman tarihi boyunca, muhakkik ulemanın (Mevdudi’nin deyimiyle de ‘müceddid’lerin) sürekli yapmaya çalıştığı şey de bundan başkası değildir. Başka bir ifadeyle, bu, farklı kültürlerden İslâm’a bulaştırılmaya çalışılmış unsurların temizlenmesi çabasıdır. Özkan’ın gelenek ve modernite eleştirisini de bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.

İslâmcılık düşüncesinde yöntem tartışmalarını arızi tasavvur eden bakış açılarının aksine, siz, İslâmcılık araştırmalarında ihmal edilen yöntem odaklı bir bakış açısına sahipsiniz. Ercümend Özkan’ın merhaleci İslâmcılığının başkalarından farkını ortaya koyuyorsunuz. Böylesi bir yaklaşımı önemsemenize yol açan temel fikrî etkiyi açıklayabilir misiniz?

Yöntem, İslâmcılık tanımlarında genellikle ihmal edilmiş bir kavramdır. Halbuki grupları ayrıştırırken analitik bir kriter olarak kullanılabilir. Çünkü her yöntemin bir ‘düşünce’ temeli vardır. Düşüncesi farklı grupların genellikle yöntemi de farklı olur. Bu durum İslâmcı gruplar için de geçerlidir. Özkan’ın bu konudaki tavrı Kutub ve Mevdudi’ninkine benzer. Bunu, “amaca ulaşmak için her yol mubah değildir” şeklinde özetlemek mümkündür. Nasıl suyu buharlaştırmak için ateş, ocak vs. kullanmak gerekiyorsa, İslâmî gayelere ulaşmak için de İslâmî araçlara başvurmak gerekir. Bu bağlamda çağdaş dönem İslâmcılığında “sistem içi mücadele” kavramı önem arz eder. Genellikle ‘radikal’ gruplar, bu yönteme karşıdır. Kutub, Mevdudi ve Özkan bu hususta aynı görüşü paylaşırlar. Özkan’ın ‘demokratik’ partileri İslâmî saymaması da aynı sebepten dolayıdır. Ona göre, laik düzeni (eğer içine girip işletme tarzını benimserse) “Hz. Ömer bile düzeltemez.” Kutub ise bu hususta ‘çark’ metaforunu kullanır. Çark, içine gireni öğüten bir şeydir. Bunun Müslüman olması veya olmaması sonucu değiştirmez. ‘Şiddet’ de bu tartışmada ele alınması gereken bir diğer önemli kavramdır. Merhaleci yöntemi benimsemiş İslâmcılara göre, şiddet kullanımı ancak belirli şartlarda (harb, vs.) meşrudur. Davet-tebliğ ortamlarında şiddete başvurulmaz. Dolayısıyla, ‘militanizm’ Mekkî ortamlarda sonuca götürücü bir yöntem olmaktan çok, “davaya zarar veren” bir şeydir. Bu hususta, Özkan, Mevdudi ve Kutub’un görüşleri büyük benzerlik gösterir.

Son tahlilde İslâmcılık kavrayışınızın siyasi odaklı olduğu söylenebilir…

İslâm’ı iktidar etmeyi istemeyen birisine ‘İslâmcı’ denilemeyeceği için, bu hususun belirleyici olduğu kuşku götürmez. Özkan, iktidar talebini ‘özden’ gören bir kişidir. Ona göre, “doğruların iktidar olma talebi ister istemez vardır.” Dolayısıyla, bu anlayışa sahipseniz, inandığınız doğruların ‘devlet’ olmasını istemeniz de gayet doğaldır. Fakat ‘devlet’e yönelik bir eleştirel tavır olamaz mı? Mesela ‘anarşizm’in tezi gibi… Bu ayrı bir tartışma konusu ama bilebildiğim kadarıyla, Özkan, fikrin iktidar olma talebini doğal gördüğü için, ‘devlet’i de bir anlamda ‘kaçınılmaz’ bir kurum olarak görüyordu.

Kitap hakkında Ercümend Özkan’ın yaklaşımlarını benimseyen çevrelerden bir tepki aldınız mı?

Henüz almadım. Kitap daha yeni çıktı. O yüzden bir süre sonra çeşitli kesimlerden kitaba yönelik (olumlu-olumsuz) eleştiriler gelebilir. Ben eleştiriyi rahmet olarak gören biriyim. Her türlü tenkide de açığım.

HİZBUTTAHRİR’LE İLİŞKİSİ VE İSLÂMÎ PARTİ DENEYİMİ

Peki, 1960’lı yıllarda içinde yer aldığı Hizbuttahrir’le ilişkisi sonraki düşüncelerini hangi yönlerden etkilemiştir?

Özkan, kendi ifadesiyle, Hizbuttahrir’den “dokuz talakla boşanmış” biridir. Gerek düşünsel gerekse eylemsel açıdan bu yapıya getirdiği eleştirileri, onunla yapılmış olan Ercümend Özkan’la İslâmî Hareket Üzerine adlı söyleşi kitabında detaylı olarak anlatmıştır. Ayrıldıktan sonra çeşitli kereler bu örgütten gelen görüşme taleplerini de geri çevirmiştir. Ama söyleşi kitabında da ifade ettiği üzere, ilk İslâmcı fikirlerle bu örgüt sayesinde tanıştığı için, bir vefa borcu olarak bunu da ifade etmekten geri durmamaktadır. Sorgulayıcı bir zihne sahip olan Özkan’ın daha sonraki dönemde ortaya koyduğu düşünsel çaba ve eylemliliğe bakıldığında, bu örgütle bir ilişkisinin kalmadığı rahatlıkla söylenebilir

Siyasallık bağlamında Ercümend Özkan’ın parti çalışmalarına da yer veriyorsunuz. Bu konudaki girişimlerini nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Özkan bizzat benim de şahit olduğum bir sohbette: “Ömrüm boyunca partisiz olmadım.” demişti! Sanıyorum, 1990’lı yılların başında kuracağını ilan ettiği İslâmî Parti deneyimi sürecinde sarf etmişti bu sözü. Bundan neyi anlamak lazım? Resmi anlamda bilinen bir partisi hiç olmadı. Ama mesela ilk tecrübesi olan Hizbuttahrir bir ‘parti’dir. Örgütten ayrıldıktan sonra kurduğu ve tüzüğünü 62 ayda hazırladığı illegal ‘İslâm Partisi’ de bir ‘parti’dir. 1990’lı yılların başında kuracağını ilan ettiği siyasi teşkilatın adı da ‘İslâmî Parti’ idi. Burada Özkan’ın ‘parti’ kelimesiyle neyi kast ettiğinin iyi bilinmesi gerekiyor. Benim anlayışıma göre, Özkan, “İslâm’ın özü itibarıyla siyasi karakterli bir din” olduğunu vurgulamak için böyle söylüyordu. Yani “ömrüm boyunca hep İslâm’ı iktidar etme amacım oldu” demek istiyordu. Hatta en son girişim olan İslâmî Parti, aslında “tebliğyönelimli” bir girişimdi. Bizzat kendisi, partinin kapatılacağına yönelik eleştirilere cevap verirken: “Birkaç televizyon programına çıkıp, birkaç meydan konuşması yapsak bile bu bize yeter.” diyordu. Bu, onun, ortaya çıkan fırsatları değerlendirip davasını anlatmak için kullanacağı bir yeni araçtı sadece. Olursa olurdu, olmazsa, o yine bildiği türden çalışmalara devam edecekti. Nitekim öyle de yaptı. Parti girişimi başarısız olunca bu kez ulusal televizyon kurma çalışmasına yöneldi. Orada da “ne kadar yayın yapabilirsek, o kadar kârdır” anlayışıyla hareket ediyordu!

FİKİRLERİ DOĞRU DEĞERLENDİRİLMELİ

Ercümend Özkan üzerine öteden beri çok şey söylendi, yazıldı. Bu konuda neşredilen metinlerin genelinin bir değerlendirmesini yapar mısınız? Bu bağlamda akademik araştırmalar da gündeme geliyor ister istemez… Özkan’a dair yazılan akademik metinler hakkındaki düşüncelerinizi açıklayabilir misiniz?

Bence bu konuda hâlâ eksik var. Az önce ifade ettim: Analitik çalışmaları daha çok yapmak lazım. Kendisi, en özet ifadesiyle, sağlam düşünen biriydi. Düşüncelerine odaklanan çalışmalar daha çok yapılırsa, bu, Türkiye İslâmcılığı açısından daha hayırlı sonuçlar doğurur kanaatindeyim.

Ercümend Özkan’ın yazdıklarının tümü sağlığında kitaplaşmamıştı. Pek çok metni dergi sayfalarında kaldı. Bir kısmı daha sonra kitaplaştı. Bunların yayın seyri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Çalışmanızda sıklıkla atıf yaptığınız yayınlardan biri Ercümend Özkan’la İslâmî hareket üzerine yapılan “nehir söyleşi.” Bu kitabın oluşumunda sizin de önemli bir yeriniz var. Biraz bu eserin hangi düşünce ile nasıl hazırlandığından bahsedelim isterseniz…

Söyleşi fikri, hatırlayabildiğim kadarıyla, bizzat Özkan’ın kendisinden gelmişti. “Birçok bilgi, benimle birlikte bu dünyadan gitmesin.” istiyordu. Ya da teklif söyleşiyi birlikte gerçekleştirdiğimiz A. Burak Bircan’dan da gelmiş olabilir. Bu hususu tam hatırlayamıyorum. Ama gerekçe aynıydı. Özkan detayları kendisinde olan birçok yaşanmışlığın bilinmesini istiyordu. Biz de 1992 yılında A. Burak Bircan’la birlikte, onun Ankara-Etlik’teki evinde birkaç ay içinde gerçekleşen röportajlar dizisi gerçekleştirdik. Bunları teybe kaydettik ve bir süre öylece kaldı. Vefatından önce bize birkaç kez “söyleşi ne oldu, kitaplaştırmayacak mıyız?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Neyse, yaşarken kitabı yayınlayamadık. Vefatından iki yıl sonra ise nasip oldu, yayınlandı. Kitap, özellikle biyografik malumat açısından önemli, çünkü bunların birçoğu başka çalışmalarda yok. Ben de bu yeni kitabımda biyografisinin ana unsurlarını temelde bu kitaba referans vererek tespit etmeye çalıştım. Çünkü burada tanıklığı bizzat kendisi yapıyor!

Ercümend Özkan’ı Türkiye İslâmcılığı açısından daha önemli kılanın, siyasi tecrübeleri değil, onun düşünceleri olduğunu belirtiyorsunuz. Bütün bu anlattıklarınızdan sonra şu soru akla geliyor: Özkan’ın düşüncelerinin Türkiye’deki İslâmcılık tecrübesi açısından anlamı nedir?

Tabii, değişik kesimlerden kendisini tanıyan çok kişi var. Herkesin değerlendirmesi farklı olabilir. Bu sonuçta öznel bir şey! Ben kendi açımdan şunları söyleyebilirim: Özkan’ı en iyi niteleyen cümlelerden biri yayınlamış olduğu derginin her sayısının kapağında yer alan şu cümledir: “İktibas: Fikir verir.” Özkan, her şeyden önce, “hakikat aşığı” biridir. Bu tür kişiliğe sahip olanların tipik özelliği, fikir (veya dava) için her şeyini ortaya koymalarıdır. Özkan, “inanmış adamdır.” Fikri temel kabul eder ve inancını onun üzerine bina eder. Amelleri bunun doğal sonucudur. O yüzden diyorum ki, Ercümend Özkan’ı tanımak isteyen, her şeyden önce fikirlerini doğru anlamalıdır. Yapıp-ettikleri ondan sonra gelir, onunla anlamlıdır.

EYLEMDEN DÜŞÜNCEYE

Ercümend Özkan’ın hayat hikâyesinin “eylemden düşünceye” şeklinde özetlenebilecek bir gelişim süreci izlediğini vurguluyordunuz. Kitabınızda, hususiyetle ehemmiyet atfettiğiniz düşüncenin okullaşması teklifiniz de yer alıyor. Bu meseleyi Özkan’la birlikte düşünmenizin sebeplerine dair yorumunuzu öğrenebilir miyiz?

Bu da benim öznel değerlendirmem. Hayat tecrübesine bakıldığında, bence, başlarda eylemliliğin daha önde olduğu görülüyor. Ama karakter özelliklerinin de yardımıyla, zaman içerisinde “eylemden düşünceye” veya “dışarıdan içeriye” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımı benimsediği görülüyor. Bu, fikirlerinin zaman içerisinde derinleşmesiyle alakalı bence… Çünkü fikrin eylemden önce ve daha önemli olduğuna inanıyorsanız, ister istemez o alana odaklanırsınız. Eylemlilik, genellikle ‘düşünce’ meseleleriyle işi olmayan ya da düşünsel meselelerini çözmüş (çözdüğüne inanan) kişilerin halidir. Mesela politik parti iseniz, hala bazı meseleleri tartışıyor olamazsınız! Bir tüzüğünüz ve programınız olmalı ve bunu kitlelere ‘çözüm’ diye lanse etmelisiniz. Ama hala fikir meseleleriyle uğraşıyor ve insanların düşünce dünyalarını düzeltmeye çalışıyorsanız, o oranda ‘eylemlilik’ sizin için tali öneme sahip bir şeye dönüşür. Eylemliliğe Hizbuttahrir ile başlayan Özkan’ın hayat hikâyesinin tabiri caizse ‘tasavvuf eleştirisi’ ile hitama ermesi boşuna değil bence. İlkinde eylemlilik, ikincisinde eleştirellik belirleyicidir. 2000 yılının Ekim ayında yine ilk kez İktibas dergisinde dile getirdiğim, daha sonra da çeşitli vesilelerle altını çizmeye çalıştığım ‘düşüncenin okullaşması’ kavramı çerçevesinde savunduğum görüş de esas itibarıyla bu meseleyle ilişkili. Bu kavramla anlatmak istediğim, özet olarak Müslümanların “ilimde derinleşmesi” gerektiğidir. Bu konuda eksiğimiz çok. Özkan’ın hayat hikâyesinin ‘yönü’ne baktığımızda da, bu hususun önemine dair bazı işaretler çıkarmak mümkündür. Tabii bunu ben öznel olarak çıkarabiliyorum. Ama bu sonucu çıkar(a)mayana da bir şey diyemem. Sonuçta bu bir sübjektif değerlendirme işi.

Anlattıklarınız bağlamında geleceğe dönük ne söylenebilir?

Zannımca, Türkiye Müslümanlarının Ercümend Özkan örnekliğinden çıkaracağı dersler vardır. Her şeyden önce o bir ‘sembol’ şahsiyettir. Çağdaş dönemde bu şahsiyetlerin 12’sini bendeniz Sembol Şahsiyetler adlı kitabımda değerlendirmeye çalıştım. Müslüman Dünyası’nın değişik coğrafyalarında yetişmiş bu şahısların her birinin sembolize ettiği düşünsel/eylemsel varoluşun iyi bilinmesi, Çağdaş dönem Müslüman Düşüncesi’nin anlaşılması noktasında önem arz eder. Ercümend Özkan da onlardan biridir ve onun da Türkiye özelinde bilinmesi Türkiye İslâmcılığının iyi anlaşılması noktasında önemlidir. Bu bağlamda daha çok araştırmanın yapılması gerekiyor bence. Zannımca bu, biyografisinden çok fikirleri üzerinde yapılmalıdır. Çünkü Özkan, her fert gibi geldi, yaşadı ve gitti. Geriye kalan fikirleridir. Bunlar iyi anlaşılır ve kritik edilirse, fikir dünyamız da o oranda zenginleşir ve gelişir. Ben kendisine bu vesileyle rahmet ve mağfiret diliyorum. Rabbimden de bu toplumda onun gibi ‘hakikat aşıkları’nın sayısını artırmasını niyaz ediyorum.

Umran Dergisi, Ocak 2022

Özkan’ın hâlihazırda birçok kitabı, DVD’si var. Bunlar, çoğunlukla İktibas’ta çıkan yazılarından, çeşitli yerlerde verdiği konferanslardan oluşuyor. Dergi sayfalarında kalmış pek bir yazısı kalmadı. Yani isteyen kitaplar ve DVD’ler aracılığıyla, isteyen de bizzat İktibas dergisini takip ederek, onun fikirlerine ulaşabilir. Bunların büyük çoğunluğunun vefatından sonra yayınlanmış olması, onun aynı zamanda bir ‘mücadele adamı’ olmasıyla ilişkili. Bu hususta o, daha çok Ali Şeriati’ye benzer. Şeriati’nin kitaplarının önemli bir kısmı da vermiş olduğu konferanslardan oluşur. Kitaplarının yayımlanmasıyla ilgili serencam esas itibarıyla bu hususla ilişkilidir.