KİM KAYBETTİ, KİM KAZANDI?

Son zamanların moda bir deyimi var: "Kaybettik!" Bununla, İslâmcılığın Türkiye tecrübesinin başarısızlıkla sonuçlandığı kast ediliyor. Bu söylemi genellikle 'safdil' İslâmcılar dillendiriyor ama söylemin yaygınlaşmasından ideolojik yarar uman bazı laik kesimler de var. Çoğu kere 'siyasal İslâm'ın Türkiye örneği olarak lanse edilen AK Parti deneyimini baz alarak, zaman zaman da küresel ölçekli tecrübeler vesile kılınarak propagandası yapılan bu söylem ne derece doğru? Acaba İslâmcılık, iflas etmiş bir ideoloji mi? Yoksa yaşanan tecrübeleri bir başka açıdan değerlendirmek mümkün mü?

Öncelikle şu soruyu sormamız gerekiyor: iflas söyleminin dayandığı örnek(ler), İslâmcılık tecrübesini ne derece temsil edebilir? Yani yerel ölçekte AK Parti tecrübesinden, küresel ölçekte ise İran, Pakistan, Mısır, Afganistan vs. deneyimlerinden yola çıkarak "Kaybettik!" sonucuna varmak ne derece doğru bir yaklaşım olur? Burada karşımıza iki temel yanlış çıkıyor: İlki, pratik ile teorik alanın birbirine karıştırılmasıyla, ikincisi ise örnek seçiminin isabetsizliğiyle ilgilidir. İster 'safdil' İslâmcılar isterse de 'uyanık' laikler tarafından dillendirilsin, pratiğin her durumda teorinin başarısı veya başarısızlığının kriteri olarak alınabileceği yönündeki iddia sorgulanmaya muhtaçtır. Pratik, teoriyi test etmek için kimi zaman bir ölçüt olarak alınabilir ama buradan yola çıkarak bir genelleme yapılamaz. Çünkü burada 'günah sorunsalı' ve 'bilgi problemi'yle ilgili boyutlar vardır. Örneğin kişinin günah işlemesi, onun imansızlığının kesin delili görülemez. Eğer günah bütün amellere sirayet etmiyorsa, yani bünyeyi sarmamışsa, kalbi karartacak derecede sıklıkla işlenmiyorsa, sırf günah işlediği için kişinin imansızlığına hükmetmek doğru olmaz. İnsan, nefsine uyduğu için yahut icbar edildiğinden dolayı (veya başka bir sebepten) günah işleyebilir. Aynı şeyi toplumsal/ideolojik hareketler için de söylemek mümkündür. Geniş kitleler de benzer sebeplerden dolayı, yapması gerekenleri yapmayabilir, yapmaması gerekenleri de yapabilir. Burada 'bilgi problemi' karşımıza çıkar. Kişi ve kitleler niçin yanlış yaparlar? Bu, temelde bilgisizlikten mi kaynaklanır, yoksa nefsi zaaflardan (veya icbardan, vs) mı? Bu, önemli bir sorudur ve cevabı için de acele edilmemelidir. Kanaatimce, 'günah'ın farklı etmenleri içerisinde en merkezî olanı 'cehalet'tir. Bu sonuca, "beraet-i zimmet asıldır" ilkesinden ulaşmak da mümkündür. Eğer insanı, fıtratın gereği olarak, suç işlemeden suçlu muamelesi yapılamayacak bir varlık olarak görüyorsak, günahı da esas itibarıyla bilgisizlikle temellendirmemiz gerekir. Diğerleri istisnai hâl görülmelidir. ...Devamı »


Üçlü sacayağının siyasal terminolojideki yansımalarını ise, laiklik, vatandaşlık, cumhuriyet ve demokrasi kavramları üzerinden takip edebiliriz. Laiklik, seküler yaşam tarzının siyasal alandaki karşılığıdır ve dinin kamusal alana müdahil olmamasını öngörür. Bireyler dinlerini, isterlerse kendi özel hayatlarında yaşayabilirler, ancak siyasal alanda laik kurallar belirleyicidir. Çünkü kamusal alanın sınırlarını, ‘toplum’u oluşturan ve rasyonel irade sahibi ‘vatandaşlar’ tayin eder. Vatandaşlık, mo  ...Devamı »


Sembol Şahsiyetler


Kitap Değerlendirmesi

dusuncenin_okullasmasi

DüşünceninOkullaşması

Sibel Eraslan

Devamı
Gelecek İçin Manifesto

Gelecek İçinManifesto

Talat Özhan

Devamı

 

Ercümend Özkan, kalabalık bir aile ortamında el üstünde tutularak büyüyor. Dört yaşındayken PTT'de telgraf memuru olan babasının tayini İstanbul'a çıkıyor. Yeşilköy'de geçirilen iki yılın ardından Muc  ...Devamı »